Bir haftalık tatilimiz sona erdi, yediğim içtiğim benim olsun ve hemen Paris'in arabalarından bahsedeyim.
Her gün neredeyse onar saatimiz yürümekle geçtiğinden, otomobilleri bol bol gözlemleme fırsatım oldu.
Bazı notlar:
- Paris trafiğinde bir hafta boyunca tek bir Astra ya da Golf görmedim. İlk başta eksikliklerini anlamadım ancak iki üç gün sonra farkına vardım bu tuhaflığın. Sonraki günler özellikle arandım durdum, gerçekten de hiç rastlamadım. Focus, Mazda 3 ya da Corolla'lardan birer ikişer zar zor gördüm. Çok az Corsa ve Polo vardı, onlar da hep eski kasaydı. Fiesta gördüğümü hatırlamıyorum, Civic'ten de taş çatlasa 4-5 kere gördüm. Megane II HB gani gani vardı, çoğu da üç kapılı 1.9 dizellerdi.
- Sokaklarda en bol Renault Twingo vardı. Değeri bizde pek anlaşılmayan ve artık zaten satılmayan bu muhteşem ufaklık, Fransızların gönlünde gerçekten de taht kurmuş durumda. Twingo'ya profilden dikkatlice bakarsanız Jazz'ı tasarlayanların ilham kaynağını tabak gibi görebilirsiniz, ya da bana öyle geliyor, kimsenin günahını almayayım.
- Twingo'nun ardından en çok rastladığım araba Smart Fortwo'ydu. İki kişinin binebileceği en geniş küçük araba olan Fortwo bizde "lüks oyuncak" muamelesi görüyor, gereksizce yüksek fiyatlara satılıyor. Oysa çok kullanışlı ve güvenli bir şehir arabası.
(Smart'a "Güvenli" dememe kardeşimin itirazı oldu, haklıdır, ancak o boydaki ve sınıftaki bir araba için kale gibi sayılabilir Fortwo)
- Diğer fransızlardan Citroën'in en çok gördüğüm modeli bizde pek tutulmayan Picasso oldu. Çok yeni olmalarına rağmen Peugeot 1007'lerden de bol bol gördüm, ancak öyle ezici bir Renault üstünlüğü var ki, diğer markalar çok gerilerde kalıyor.
- Twingo ve Smart'ların ardından en fazla karşılaştığım araba modeli eski Mini'ler oldu. Yeni Mini'lerden de az da olsa var ve neredeyse hepsi de Cooper S.
- Her Avrupa şehrinde olduğu gibi Paris trafiğinde de küçük arabalar çok yaygın, ancak "çok büyük" arabalardan da bol bol var. Mesela Renault Espace'ın eski - yeni bütün kasalarına bol bol rastladım.
- Taksilerde tuhaf bir Peugeot 407 ve Opel Zafira bolluğu vardı. Bu iki modeli trafikte normal şekilde görmek pek mümkün olmadı, neredeyse hepsi de taksiydi. Bu arada bizde dağı taşı kaplayan ve bir türlü ısınamadığım 307'lerden Paris sokaklarında çok az gördüm.
- Fransız malı olmayan arabaların azınlıkta olduğu Paris trafiğinde en çok denk geldiğim ithallerin başında Jazz vardı. Gördüğüm Jazz'ların neredeyse hepsinin de arka koltukları yatık durumdaydı, arabaların içi de dağ gibi ıvır zıvırla doluydu.
- En hoşuma giden şey, yine diğer Avrupa şehirlerinde de olduğu gibi, şoförlerin öndeki ve arkadaki arabalara "dokundurarak" parketmelerini seyretmekti. Arabanın boyu 4 metreyse ve park yeri de sadece 3,95 metreyse o araba oraya mutlaka giriyor. İtalya'da da bunu aynen yapıyorlar, ancak çok daha sert davrandıklarından tamponları paramparça dolaşıyorlar. Fransızlar çarpmaktan ziyade usturuplu bir şekilde ittiriyorlar. Pek de alışık olmadığımız bu olayı seyrederken "park sensörü" kavramı birden anlamsızlaşıveriyor, çünkü tamponun kendisi park sensörüne dönüşmüş durumda.
- Türkiye'ye dönünce gözüme ilk batan, yollarımızda anormal sayıda sedan otomobillerin olmasıydı. Paris'te sedan araba yok gibiydi, olanlar da genellikle lüks otomobillerdi. Bizdeki inanılmaz minibüs - taksi bolluğu da dikkatimi çeken başka bir nokta oldu.
Paris'in otomobilleri konusunda aklımda kalanlar bu kadar.
Ek:
Aklımda kalanlar bu kadar değilmiş, unuttuğum bir iki şey daha var:
1-Volkswagen'in sokaklarda tanıtım için dolaştırılan yeni bir modeli vardı, adı da Fox. Çok ufaltılmış ve iki kapılı bir Golf Plus'a benzeyen bir model, muhtemelen pek de tutulmamış olan Lupo'nun yerine gelecek. Lupo'nun (Latince'de) kurt, Fox'ın da (İngilizce'de) tilki demek olduğunu düşünürsek...
2- Toyota Aygo ve tamamen aynı platform ve motor üzerine üretilen Peugeot 107'yi de tanıtımları sırasında dünya gözüyle görme fırsatım oldu. Çok küçük ama çok güzel şehir arabaları. Toyota Aygo'nun tasarımı 107'den kesinlikle daha güzel.
08 Ekim 2005
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
greetings from USA!
Greeting from Lombok-Indonesia
"çünkü tamponun kendisi park sensörüne dönüşmüş durumda"
ahaha. bunu ben de yapıyorum zaman zaman. doğru yapıldığında iki araca da zarar vermediğinden eminim. bir defa yakalandım diğer aracın sahibine sadece gülümsedi...
yapmak lazım tabi, değmesin diye strese girmeye ne gerek var :) yalnız ben geçen gün tam iftar saati trafiği sırasında teşvikiye'de park edecek yer ararken ufak bir çizik sahibi oldum. trafik korkunç sıkışık, hemen dibimde bir araba var, o sırada sağda hemen yakınımda bir araba parkettiği yerden çıktı ve trafik akmadığı için de çıktığı gibi kaldı. öyle bir durumdayım ki, boşalttığı yere önce ilerleyip sonra geri geri giremem, trafik akmıyor. direksiyonu sağa kırsam da ya kurtaracak ya kurtarmayacak, tam sınırdayım. hani biraz geri gidip sonra sağa kırsam alacağı kesin ama arkamdaki araba ve onun arkasındaki trafik zaten yük treni pozisyonundayız. ben de haydi rasgele diyerek kırdım sağa direksiyonu, öndeki range rover'ın tamponuna çok hafif sürterek girdim çapraz park yerine. rover'a boyamdan bir iki miligram bırakmışım tabi :)
greetings from istanbul!
günlüğün uluslararası bir kimlik almaya başladı , barış:)
Şaka bir yana paris izlenimlerini büyük bir keyifle okudum barış, yüreğine sağlık, yazılarını akıcı ve çok güzel bir Türkçe ile yazıyorsun...
Geçenlerde benim tampona birisi iz bırakmış acaba kim?:)
Bu kadar meraklısı olduğunu görünce huylanmıyor değil insan...:)
size de gritings efendim :)
özellikle türkçeyle ilgili yorumun çok sevindirdi, hayatını yazmaya adamış biri olarak çok mutlu oldum.
hasar konusunda merak etme, eğer başkasının aracına hasar verecek olsam mutlaka bir kart - telefon numarası filan bırakıp haberdar ederim, range rover'ın üzerinde kalan zavallı boyalarımı da araçtan kendi ellerimle sildim zaten :)
Hoş geldiniz Ahmet Bey, ayağınızın tozuyla beni mahçup da ettiniz :) Kapıdaki göçüğü yaptıracaksanız durumu öncesinde ve sonrasında birer fotoğrafla belgeleyin, ileride satarken arabaya büyük kaza geçirmiş muamelesi çekmesin ikinci elciler.. Benim başıma Rover'ı satarken geldi de, tavanı düşen saksı yüzünden çizilmiş ve düzeltilmiş arabaya "takla atmış bu" dediler ağızlarını yaya yaya!..
Yorum Gönder